Ali Emiri Efendi ve Dünyası

Millet Yazma Eser Kütüphanesi’inden bir seçme "fermanlar, beratlar, hatlar, kitaplar" 24 Ocak 2007 - 01 Temmuz 2007 tarihleri arasında Pera Müzesi'nde sergileniyor.
Geçmişin kültür mirasının, özellikle de bu mirasın kolayca yok olabilecek bazı kırılgan parçalarının zamanın tahribine uğramadan günümüze ulaşabilmiş olmasını, bütün hayatlarını bu nesneleri toplamaya, korumaya ve gelecek kuşaklara aktarmaya adamış bir dizi adsız kahramana borçluyuzdur çoğunlukla. Geçmiş dönemlerin birçok önemli ürünü, bu değerbilir insanlar sayesinde savaşlardan, yıkımlardan ya da doğal afetlerden kurtulmuş ve yüzyılların menzillerini sağ salim katedip, günümüzün modern müze ya da kütüphane koleksiyonlarında yerlerini almışlardır.
Pera Müzesi ve İstanbul Araştırmaları Enstitüsü salonlarında iki bölüm halinde açılan Ali Emîrî Efendi ve Dünyası sergisi, işte bu insanlardan birinin sıradışı serüvenine ışık tutan bir sergi. Çöken imparatorluğun yıkıntıları arasından toplayıp yaşamı boyunca titizlikle koruduğu, sonra da kendi kurduğu Millet Kütüphanesi’ne bağışladığı ferman, kitap ve hatların yanısına Ali Emîrî Efendi’nin “kültür insanı” kimliğini öne çıkaran özel eşya ve belgeleri arasından yapılmış bu derleme, onun tutkuyla bağlandığı bir dünyaya heyecan verici bir yolculuk niteliği taşıyor.
Ali Emiri Efendi( 1854 Diyarbakır - 1924 İstanbul)
Osmanlı taşrasının önde gelen merkezlerinden Diyarbakır'da doğdu. Düzenli bir eğitim görmedi. Taşrada görev yapan bütün Tanzimat memurları gibi ömrü, imparatorluk coğrafyasını bir uçtan diğerine adımlamakla geçti. Gittiği her yerde kaderine terkedilen nadide kitapları topladı. Elde edemediklerini bizzat kendisi kopya ederek kaybolmaktan kurtardı. Kitaplar onun için bir koleksiyon malzemesi değil, okunarak geçmişi keşfetmenin birer aracıydı. Yaşadığı çağın modernleşme hareketlerine fazla ilgi duymadı. En büyük tutkusu, Osmanlı-Türk geçmişini yeni kuşaklara tanıtmaktı. Bunun için Millet Kütüphanesi'ni kurdu ve kitaplarını milletine bağışladı.
Ali Emîrî Efendi, şair, tarihçi, biyografi yazarı ve yayıncıydı. Dîvânu Lugâti't-Türk'ü keşfeden bir kitap meraklısı olarak tanındı. Hiç evlenmedi, hiç fotoğraf çektirmedi ve Beyoğlu'na hiç adım atmadı. Hayatını kitapları ve kedileriyle geçirdi.
Pera Müzesi (3.kat) ve İstanbul Araştırmaları Enstitüsü sergi salonlarında yer alan Ali Emîrî Efendi ve Dünyası sergisi, üç ana bölüm üzerine kurgulandı. Birinci bölümde, Kanûnî'den Sultan Reşad'a uzanan 500 yıllık bir dönemin tuğra, hat ve tezhip şahaserleri olan ve bugüne kadar günışığına çıkmamış 49 adet ferman ve berat yer alıyor. İkinci bölüm ise hat sanatının büyük ustalarına ait 31 adet kıt'a ve levhayı kapsıyor. Şeyh Hamdullah, Hâfız Osman, Yedikuleli Seyyid Abdullah, Şeyhülislâm Veliyüddin Efendi, İsmail Zühdi, Mahmud Celaleddin ve Kadıasker Mustafa İzzet Efendi'nin kaleminden çıkma hatlar, Osmanlı estetiğinin ulaştığı başdöndürücü zirveyi gözler önüne seriyor. Üçüncü ve son bölüm, Ali Emîrî Efendi'nin bütün ömrü boyunca topladığı muhteşem ve nadir yazma kitaplardan bir seçme. Osmanlı padişahlarına ait dîvânlar; tıp, coğrafya, tarih ve tasavvuf konulu bu geniş yelpazede 69 adet kitap sergileniyor. Ali Emîrî Efendi'nin 1914'te keşfettiği ve dünyadaki tek nüshası Millet Kütüphanesi'nde olan, 11. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud'un yazdığı efsane kitap Dîvânu Lugâti't-Türk ise, ilk defa bu sergide yer alıyor.
Hayatını, ilme, halkın kültürünü yükseltmeye adayan fedakâr insan :"ALÎ EMİRİ EFENDİ"
www.peramuzesi.org.tr/iletisim.html

www.cemaat.com 'dan alınmıştır

Haydi Yunanistan'a savaş açalım!


A. TURAN ALKAN
t.alkan@zaman.com.tr Yorumlar


Bir Rum delikanlı oturup kendi kafasınca bir klip yapıp Youtube adlı internet sitesine koymuş. Klip çirkin, esprisiz, tahrik edici, kabul ama neticede Yunan halkının ve hükümetinin görüşünü aksettirmiyor.
İsteyen herkes kendi görüntülerini, fikirlerini, tercihlerini bu veya benzeri sitelerde yayınlayıp duruyor zaten; sadece bir "tık" uzağınızda. O zaman mesele şurada; yerkürenin dört bir yanına dağılmış internet kullanıcılarının ağzına torba geçirip bütün vaktimizi ve emeğimizi protesto veya karşı eylemlerle mi geçireceğiz, yoksa "kem söz sahibine aittir" deyip geçecek miyiz?
Ciddiye alınması, cevap verilmesi gereken şeyler vardır, fakat şu Rum delikanlının yaptığı çocukluğu ciddiye almamız gerekmiyor bana göre. Nitekim Türkiye, bu klibin varlığını, birkaç gazetemizin yaptığı yayından öğrendi. Önceki günün tarihini taşıyan bu gazetelerden birinde gördüm haberi; merak edip buldum. Sonra bu klibe cevap diye bizim delikanlıların yaptığı anti-klipleri ve bu kliplerin altına yazılan yorumlardan da haberdar oldum. Küfürün, hem de en galiz, çirkin küfürün, hakaretin bini bir paraya gidiyor ve bu "yerli" tepkilerin en hafifi, bilcümle Yunanlıların homoseksüel olduklarından başlamakta. Bir cahilin kuyuya attığı küçücük bir taşı, bizim cahiller ciddiye alıp daha ağır ve galiz hakaretlerle çoğaltıyorlar.
Tüylerim ürperdi desem yeridir.
"Âlâmını kalbinde tutup kimseye açma / Zira elemin zikri de başka elemdir" beytinin inceliğinden kimsenin haberi yok. Bazı ayıplar vardır ki onları ıslah etmenin yolu, üzerine mercek tutup büyüterek herkese duyurmak değil, çoğu kere görmezden gelmek, daha doğrusu henüz ferdiyet safhasında iken tecrid etmektir. Mesela evlatlarının hatâlarına ebeveynler böyle yaklaşırlar, elâleme duyurmazlar, onlara bir "sürçme" aralığı, biraz saçmalama hakkı tanırlar.
Hakarete tepki gösterilir, bazı hallerde hakareti görmezden gelmek izzeti örseler ama bu durum öyle hallerden değil. Mesela bizim cahillerden biri de, sırf Rumları kızdırmak, öfkeden çıldırtmak için aynı siteye, vaktiyle Yeşil Hat üzerindeki bayrak direğine tırmanan Rum delikanlısının vurulmasını gösteren videoyu koymuş. Doğru mudur, tasvib edilebilir mi? Gazetecilik ve habercilik ilkeleri deyince hindi gibi kabaran bu gazeteler (siz bilirsiniz kimler olduğunu), sırf üç-beş bin fazla tiraj alacağız diye bu gibi çocukça hezeyanları büyütüp manşetlere taşımanın otokritiğini yapmaya niçin yanaşmazlar?
(Haber kaynağını fâş etmemenizi saygıyla karşılarız; peki, eften-püften meseleleri gündeme getirip milleti haberdar ederek çoluk çocuğu kışkırtmak doğru haberciliğin neresinde yazıyor; şunu da bir analiz etsenize üstad?)
"İyi de hırsızın hiç mi suçu yok?" diye pofurdanmayacaksınız; onlar çocuk (belki de Türk-Yunan ilişkilerini kıldan-tüyden meselelerle krize sokmakla görevli istihbarat ajanları!); böyle tahrikleri etkisiz hâle getirmenin çaresi, sistematik ve ciddi bir veche taşımadıkça kem sözü sahibi ile baş başa bırakmak. İşte bu yüzden o cahil Rum delikanlısı kadar, bizim cahil delikanlılar da kınanmayı hak ediyor diyeceğim ama asıl kınanması gereken bunlar değil: Bilmemneden tayyare gerekçelerle uluslararası kriz yaratıp sonra "Arslan Cinotri" edâlarıyla Türkiye, Türklük avukatlığına soyunan medya tellâlları.
Adam dünyanın bilmem hangi köşesinde eline bir klavye geçirip, dandik bir isim ve adres kullanarak rûhunda ne kadar zehir varsa eleştiri diye boca ediyor; yapacağınız bir şey yok. Silip geçiyorsunuz; internet işte böyle bir hürlük sunuyor herkese. Şuuraltı ifrâzatı. İnsanlık tarihinde yeni bir merhale; aydınlanmanın yeni ufku vesaire...
...
Yunanistan'a savaş açacaksak lâfı dolandırıp durmayınız arkadaşlar; vaktinde söyleyiniz ki eve bulgur, makarna, mum vs. depolayalım!
07 Mart 2007, Çarşamba

YouTube Erişim Yasağı...

YouTube'a erişim yasağı
İstanbul Nöbetçi Sulh Ceza Mahkemesi, Atatürk'e hakaret edilen video görüntülerin yer aldığı İnternet sitesi YouTube'a erişim yasağı koydu. YouTube görüntülerin kaldırıldığını, yasağın üzücü olduğunu açıkladı.
Atatürk'e hakaret edilen video görüntüleriyle ilgili haberlerin basında yer alması üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Savcısı Nurten Altınok, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğüne talimat vererek, konuyla ilgili görüntüleri istedi. Savcının talebi kabul edildiGönderilen delil niteliğindeki bir CD'yi inceleyen Savcı Altınok, nöbetçi mahkemeden erişimin engellenmesini talep etti. İstanbul Nöbetçi 1. Sulh Ceza Mahkemesi de Güvenlik Şube Müdürlüğünce gönderilen delil niteliğindeki bir CD'ye el koyma kararının onanması ve YouTube'ye erişimin engellenmesi talebini kabul etti.Mahkemenin kararında, Mustafa Kemal Atatürk'ün fotoğrafı, Türk Bayrağı üzerine İngilizce küfür içeren yazılar yazılarak aşağılandığı anlaşıldığından talebin kabul edildiği belirtildi.Telekom: Gereği yapılacakKarar üzerine açıklama yapan Türk Telekom, resmi bilgi ulaştığında yasal gereklilikler çerçevesinde gereğinin yapılacağı duyurdu.YouTube: Video kaldırıldıYouTube ise Atatürk'e hakaret edilen video görüntülerinin siteden kaldırıldığını ve bir daha yayınlanmaması için gerekli çalışmaların sürdüğünü açıkladı. Söz konusu videonun siteden kaldırılmasına rağmen, yasal mercilerin erişimi engelleme kararı almasının üzücü olduğunun ifade edildiği açıklamaya şöyle devam edildi: "Türkiye'deki yasal mercilerin, söz konusu videonun her türlü kopyasını YouTube'den kaldırmak için gösterdiğimiz çabanın farkında olduğuna inanıyoruz ve videonun bir daha yayınlanmaması için gerekli çalışmalarımızı devam ettiriyoruz."
ekolay.net den alınmıştır. 06.03.2007

BOLUDA NELER OLUYOR...

BOLUDA YENİ BİR DOMUZ ÇİFTLİĞİ DAHA !

İsrailli komandoların eğitim üssü olarak gündeme gelen Bolu, bu defa da yaban domuzu işleme tesislerinin kurulmak istenmesi ile çalkalanıyor. Bolu’nun Mengen İlçesi Gökçesu Köyü’ne yıllık 12 bin yaban domuzu işleme kapasitesine sahip tesis kuruluyor. Ancak tesisin işlemek için bölgede bu kadar yaban domuzu bulması mümkün değil. Bu da akıllara, acaba bölgede yeni domuz üretme çiftlikleri mi kurulacak, yoksa bölge domuz avı turizmine mi açılacak sorusunu getiriyor. Dünya Bankası’na gönderilen 24 proje arasında son sıralarda yer almasına rağmen kabul edilen domuz işleme tesisine, Bolu İl Genel Meclisi’nden de onay çıktı.
Önümüzdeki günlerde Köprübaşı barajını beslemekte olan Büyüksu Deresi kenarında yapımına başlanacak olan tesis, tartışmaları da beraberinde getirdi. Bolu’da bulunan yaban domuzu popülâsyonu ortalama 11 bin adet civarında. Yaban hayatının korunması açısından yıllık avlanmasına izin verilen yaban domuzu sayısı yaklaşık 1000–1500 civarında. Tesisin 10 bin yaban domuzu açığını nasıl kapatacağı ise, sır gibi saklanıyor.

MİLLİ GAZETEGIDA RAPORU: Bu konuda sitemizde 4 yıldır ilgilileri ve Müslümanları uyarmaya çalışıyoruz. Ama Müslümanlarda bu gaflet uykusu devam ettikçe daha çok müsibetler kapımızı çalacaktır. Yıllık 12 bin kapasiteli demelerine bakmayın, bu en azından 120bin domozun yetiştirilip pazarlanacağı demektir.

www.cemaat.com üzerinden www.gidaraporu.com dan alınmıştır.

Türkiye ABD İran Üçgeni

Mithat BEREKET
Önce Dışişleri Bakanı Abdullah Gül Washington’daydı… Gül’den hemen sonra da sırada Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt vardı... Doğrusu bu ya, Genelkurmay Başkanı’nın gezisi Dışişleri Bakanı’nın gezisinden daha fazla ses getirdi… Orgeneral Büyükanıt’ın boşu boşuna harcama yapmamak için New York’a özel uçak yerine tarifeli seferle gitmesi… Ardından New York’tan Washington’a trenle seyahat etmesi ve nihayet, bu seyahat sırasında yanındaki basın mensuplarıyla sık sık sohbet etmesi, aslında bu gezinin ne kadar iyi planladığını daha en başından haber veriyordu…Sonra Washington temasları…Tarihte ilk kez bir Türk Genelkurmay Başkanı, Amerikan Başkan Yardımcısı Dick Cheney tarafından kabul edildi… Bu da yetmedi, Orgeneral Büyükanıt, Beyaz Saray’da Başkan George Bush’a doğrudan ulaşabilen birkaç kişiden biri olan Ulusal Güvenlik danışmanı Stephen Hadley ile de görüştü…Şimdi, “Eee, ne var bunda?”, diyebillirsiniz… İlk bakışta gayet normal gibi görünen bu temaslar bir “ilk”… Ama, daha önemli olan şeyler de var…Sorulması gereken sorular şunlar:“Amerikan Başkan Yardımcısı ve Ulusal Güvenlik Danışmanı, birkaç gün önce Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’le görüştükleri halde neden bir ilki gerçekleştirerek bir de Türk Genelkurmay Başkanı’yla görüşmek istediler?.. Acaba, Amerikan yönetiminin Türk Dışişleri Bakanı’na başka; Genelkurmay Başkanı’na başka söyleyecekleri mi vardı?”Bu soruları Amerikalılara sorduk. Yanıt vermediler…Ancak, aslında Amerikan Genelkurmay Başkanı’nın davetlisi olarak Washington’da bulunan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın Amerikan yönetiminin üst düzey iki sivil yetkilisiyle görüşmesinin tabii ki önemli anlamları vardı…Birincisi, Amerikan yönetimi hem sivil kanadı temsil eden Abdullah Gül’le hem de askeri kanadı temsil eden Orgeneral Yaşar Büyükanıt’la görüşerek aslında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Türk siyasetinde önemli bir yeri olduğunu kabul ettiğini herkese göstermiş oldu. Genelkurmay Başkanımız da bu görüşmelerde özellikle sivil elbise giymeye özen gösterince tablo tamamlandı…İkincisi, bu durum aslında Bush yönetimindeki tavır ve politika değişikliğini de işaret ediyor. Washington, Irak saldırısı öncesinde 2002’de Türkiye’deki seçimlerden tek galip olarak çıkan AKP’yi ve o günlerde daha henüz Başbakan bile olmayan Recep Tayyip Erdoğan’ı “asıl muhatab” olarak kabul etmişti. Irak saldırısına Türkiye’nin de destek vermesi için Erdoğan’a, Beyaz Saray’da kırmızı halılar serilmişti. Ancak, 1 Mart tezkeresi üzerine hayal kırıklığına uğrayan ABD’nin o zamanki Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfovitz, eleştiri oklarını AKP hükümetiyle birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri’ne de çevirmeyi ihmal etmemişti: “Geleneksel müttefikimiz Türkiye’nin Silahlı Kuvvetleri’nin de bu kararın olumlu çıkması için etki etmesini beklerdik!”İşte, Bush Yönetimi, Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın ziyaretinde verilen mesajlarla artık eski anlayışa geri dönüldüğünü de herkese açık bir şekilde göstermiş oldu… Şimdi gelelim işin en önemli bölümüne…Görüşmeler sırasında, görünürde Irak, Kerkük ve PKK konuları konuşuldu. Ancak bizce, Amerika’nın bu görüşmelerde asıl masaya getirdiği konu İran’dı. Amerikalılar artık şunu gayet iyi anlamış durumdalar: “Türkiye’de hükümet İran’la iyi ilişkiler kurmaktan ve özellikle de ticari ilişkileri geliştirmekten yanayken, Türk Silahlı Kuvvetleri, askeri ve hatta ideolojik nedenler yüzünden, hemen yanıbaşında; nükleer güce sahip bir komşu istemiyor.”İşte, bu farklı bakış açısı Amerika’nın hükümetle ayrı askerle ayrı konuşması sonucunu getirdi… Dikkat edin bu geziden birkaç gün sonra da Newsweek Dergisi, ABD’nin İran’a saldırı planlarını kapağa taşıdı. Derginin iddiasına göre, Florida’daki askeri üstte yapılan planlara göre Washington, İran’ın sadece nükleer tesislerini değil tüm altyapısını hedef alıyordu.Amerika İran’a saldırır mı? Ya da bu saldırı ne zaman ve nasıl olur? Bunları şimdiden görebilmek zor. Ama, şunu söylemek mümkün: Amerika’nın önümüzdeki 3-4 ay için önceliği, Irak’ta merkezi bölgede; yani Bağdat ve civarında güvenliği ve istikrarı sağlamak. Bunu yapana kadar İran, Washington’un gündemine sadece bir konuyla ilgili olarak gelecek: Tahran Yönetimi’nin Irak’taki gruplara verdiği silah desteği... Şayet, Amerika bu süre içinde istediğini sağlayamazsa, işte o zaman İran konusunu yeniden önüne alıp düşünecek. Bu da hemen hemen sonbaharı; yani Türkiye’deki genel seçimlerin sonrasını bulacak..Peki yani, Türkiye’de işbaşına gelecek yeni hükümet kucağında bir İran sorunu mu bulacak?... Büyük ihtimalle, evet!...

(23/2/2007)http://www.pusula.tv/modul_haber/yazi_detayli.asp?yazarID=1